Efendim, merhaba. Başlığa “ara parça” dedim ama bu terim, ne olduğunu
pek net bilemediğim bir takım olumsuz hisler uyandırınca, hemen googleladım.
İtü sözlük “seks filmleri furyasının yoğun olduğu, 70’lerin sonu
80'lerin başı döneme ait tanım. Sinemalarda oynayan film bir noktada
kesilir ve araya pornografik bir sekans yerleştirilirdi.” demiş. Bir
şekilde aklımda kalmış demek, bilinç düzeyinde olmasa da :) Tam da aynı
dönemde, ben çocukken babamla her hafta sonu Suadiye Atlantik’e film
izlemeye giderdik; iki film birden gösterilirdi, genelde ilk film “aile”
filmi, ikincisi de ya karate ya da korku filmi olurdu, bilmiyorum belki
açık saçık filmler de olabilirdi ama aklımda öyle kalmamış. Zaten
ikinciyi seyretmez, dönerdik. Bir gün ben çok tutturdum, "ne halin varsa
gör" diye çıktı gitti babam; Omen filmini tek başına sonuna dek
izlemiştim de, güneşli yaz gününde eve dönerken ortalık simsiyah
gelmişti bana (o zamanlar çocuğun "travmaya uğraması" çok dikkate alınan
bir unsur değildi; çocuğa zarar bir b.kluk sezilirse "zaten sahi
değil", "o ölürse film biter", "heyecan yapma" gibi sözlerle önlem
alınır, çok da zora gelinecekse "ne hali varsa görsün, tecrübe ederse
bir daha tutturmaz" diye düşünülürdü). Neyse, “Ara parça”yı ben Berlin notlarından, numara verdiklerimden biri değil, manasında kullandım işte.
Gelelim
sadede. Yanımda tezle ilgili olanlar dışında hiç kitap götürmemiştim,
güya kendimi çalışmaya mecbur bırakacaktım. Teey, emrivaki bir şey
yaptığım nerde görülmüş. Hemen kurtlandım tabii. Dahlem’de çok güzel bir
kitapçı vardı (bu arada Berlin’deki tüm kitapçılar birbirinden güzel,
bol bol sahaf var ve kitaplar eski ya da yeni olsun, pek pahalı
sayılmaz), girdim, biraz bakındım ve Bertolt Brecht’in Liebesgedichte (aşk
şiirleri) isimli bir seçkisini aldım. O akşamı unutamıyorum. Birkaç
şiir çevirmeyi denedim; başarılı oldum olmadım, önemli değil, çok iyi
vakit geçirdim. Dışarıda feci bir yağmur vardı; işin garibi, hava
sıcaklığının 35 dereceden, boşalan yağmurla birlikte birdenbire 13’e
inmesiydi.
Brecht'le Berlin'de ilk buluşma böyleydi.
Daha sonra Mine geldiğinde Brecht'in tiyatrosuna uğradık, sağolsun ben
kararsız kalınca bilet almam için ısrar etti; iyi ki de etmiş. Onun
sayesinde, İstanbul'a dönmeye yakın "Üç Kuruşluk Opera"yı izleme şansı buldum.
Ben
bugün, 2. Berlin notunda belki çeviririm dediğim, Brecht’in son
şiirlerinden birini sizlerle paylaşmak istiyorum. Brecht, ölene dek şiir
yazmayı sürdürdü. Toplam binlerce şiir yazdı; yanlış hatırlamıyorsam,
sağ çıkamadığı Charité hastanesinde gripten yatarken bile yirmi kadar
şiir yazdı. İşte bu da onlardan biri. Bu şiirden David Rieff’in Ölüm Denizinde Yüzmek
kitabı sayesinde haberim oldu. İki dizesini almıştı Rieff, annesi Susan
Sontag’ın kanserle olan mücadelesini anlattığı kitaba. Çevirisi pek
güzel olmadı, ama anlattığı şey çok güzel, o nedenle paylaşmakta acele
ettim. Belki daha sonra biraz daha düzeltirim.
Başka
bir şey daha: şiiri arkadaşıma okuduğumda, pek beğenmedi; o bu duyguyu Nazım
Hikmet’in daha iyi anlattığı kanısında. Sanırım üstadın Masalların Masalı şiirini kast ediyor.
Bilmiyorum,
hangisi daha iyi bu konuda, Brecht mi, Nazım Hikmet mi. Siz karar
verin. Aşağıya, deminden beri sözünü ettiğim şiiri, orijinali ile
birlikte yazıyorum, buyrun:
Als ich in weißem Krankenzimmer der Charité
Aufwachte gegen Morgen zu
Und die Amsel hörte, wußte ich
Es besser. Schon seit geraumer Zeit
Hatte ich keine Todesfurcht mehr. Da ja nichts
Mir je fehlen kann, vorausgesetzt
Ich selber fehle. Jetzt
Gelang es mir, mich zu freuen
Alles Amselgesanges nach mir auch
Charité’nin beyaz odasında
sabaha karşı uyandığımda
ve karatavuğu duyduğumda,
daha iyi anladım. Epeydir
korkum kalmadı ölümden.
Artık başardım,
benden sonra da çıkaracağım
tadını tüm şakımaların.
Çünkü ben kendim bir hiçsem,
Ne eksilebilir benden.
15 Ocak 2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder