27 Kasım 2012 Salı

Corona’nın hikayesi: Bachmann ve Celan Mektupları



Tıpkı sarmaşıktan sarmaşığa atlayarak ormanda ilerleyen bir maymun gibiyim; Oruç Aruoba’nın kitabını okurken Ingeborg Bachmann’ın şiirini (Die Gestundete Zeit) gördüğümde, bu kez aklıma Ingeborg Bachmann düştü. Şiirlerini okumadan rahat edemeyeceğimi anladım. Çünkü yüzeysel bir araştırmayla öğrendiğim kadarıyla, iki şiir kitabının ardından uzun süre ara verişine ilişkin olarak: “şiir yazmak zorunluluğunu duymama karşın, istersem şiir yazmayı ‘başarabileceğim’ kuşkusuna kapılınca, şiir yazmayı bıraktım. Ve yeniden şiir yazmak zorunda olduğumu duyumsayıncaya kadar, yazacaklarımın, son yazdıklarımdan bu yana edinilen deneyimleri kapsayacak ölçüde yeni şiirler olacağına inanıncaya kadar şiir kaleme almayacağım” demiş... Gelgelelim, YKY’deki 2004 ilk ve tek baskısının uzun zaman önce tükendiğini biliyordum. Ne diye basmazlar? Ben de başka kitaplarına yöneldim, ister istemez… Şimdi “Kalp Zamanı”nı, Ingeborg Bachmann-Paul Celan Mektupları’nı okuyorum. İki şair 1948’de Mayıs’ta Viyana’da tanışmışlar, âşık olmuşlar birbirlerine; Haziran sonu P. Celan’ın Viyana’dan ayrılmasıyla, mektuplaşmaya başlamışlar. Bu mektuplar arasında uzun aralar var, ama mektuplardaki tutkuda hiç azalma yok.
İlk mektuplardan birinde, P. Celan’ın “Corona” şiirinden bahsediliyordu, ama şiir kitaba alınmamıştı. Bu şiiri merak ettim, aradım, buldum; Türkçesini de. Celan’ın şiirinde, mektuplarda bahsedilen, Bachmann’a doğum gününde hediye ettiği iki büyük gelincik buketine gönderme vardı; oysa Türkçe çevirisinde “gelincik”, “haşhaş” olarak çevrilmişti. Başka yanlışlar da, vardı… Bu da şiiri çevirmeyi göze almama neden oldu; oysa şiir çevirmeye genellikle cüret edemem. Çünkü bilirim ki bir dili ve kendinizinkini ne kadar iyi bilirseniz bilin, şiir çevirmek için, şiiri “anlamalı”, hakkında orada gördüğünüzden daha fazla, çok fazla şey bilmelisiniz. Hele de sürrealist bir şair olan Celan söz konusu olduğunda, bir de bu şiirde olduğu gibi özel, kişisel anlara gönderme varsa, çevirmeyi düşünmek cesaret ister. Burada estetik kaygıları bir yana bırakıp tamamen “doğruluk” üzerinde duruyorum. Mektuplarda birkaç ipucu bulduğuma ve birazcık anladığıma inandığım Corona’yı böylece çevirdim, işte (http://ibresizbirpusula.blogspot.com.tr/2012/11/corona.html). Aşağıya, ilgili mektupları da alıyorum ki, benim Corona’yı okurken aldığım zevki, belki, siz de alasınız.


Paul Celan’dan Ingeborg Bachmann’a, Paris, 20.6.1949

Ingeborg,
Bu yıl “belirsiz bir zamanda” ve geç geliyorum. Ama belki de, doğum günü sofrana gelincik, pek çok gelincik ve bellek, bir o kadar da bellek –iki büyük ışıl ışıl buket – bırakırken senden başka hiç kimsenin orada bulunmasını istemediğimdendir. Haftalardır bu anı bekliyorum.
                                                                                                                                             Paul


Ingeborg Bachmann’dan Paul Celan’a, Viyana, 24.6.1949

Canım,
Hiç aklıma getirmediğim için, bugün, öğleden önce –geçen yıl da aynı böyle olmuştu – kartpostalın tam anlamıyla uçup geldi, kalbimin içine kondu, evet öyle, seni seviyorum, eskiden hiç söylememiştim bunu. Gelinciği yine hissettim, derinde, çok derinde; harikalar yarattın, asla unutamam bunu.
Bazen buradan ayrılmaktan ve Paris’e gitmekten, ellerimi tuttuğunu, bana çiçeklerle dokunduğunu hissetmekten başka bir şey arzulamıyorum, sonra nereden geldiğini, nereye gittiğini bilmek de istemiyorum. Benim için sen Hindistanlısın ya da daha uzak, karanlık, kahverengi bir ülkeden; benim için çölsün sen, denizsin, sır olan her şeysin. Hala hiçbir şey bilmiyorum senin hakkında ve bu yüzden senin için korkuyorum, bizlerin burada yaptığı herhangi bir şeyi senin yaptığını hayal edemiyorum, ikimiz için bir saray kurmalı ve o sarayın içinde benim sihirli efendim olabilmen için seni yanıma almalıydım, orada halılarımız ve müziğimiz olacak, orada aşkı bulacağız.
Sık sık düşündüm, senin en güzel şiirin “Corona”, her şeyin mermere dönüştüğü ve ebedileştiği bir anın çok önceden kusursuz bir biçimde gerçekleşmesi o. Ama buradaki ben için “zaman” olmuyor. Elime geçmeyecek bir şeye açlık duyuyorum, her şey sığ ve tatsız, yorgun ve daha kullanılmadan yıpranmış.
Ağustos ortasında Paris’te olacağım, birkaç günlüğüne. Neden diye sorma bana, ama benim için orada ol, bir akşamlığına ya da iki, üç… Beni Seine Nehri’ne götür, küçük balıklara dönüşene ve birbirimizi yeniden tanıyana kadar bakalım sularına.
                                                                                                                                             Ingeborg


Paul Celan’dan Ingeborg Bachmann’a, Paris, 4.8.1949

Ingeborg, canım,
Aceleyle birkaç satırcık, geleceğine ne kadar çok sevindiğimi sana söylemek için.
Umarım bu mektup zamanında eline geçer, sen de bana ne zaman varacağını yazarsın; seni karşılayabilir miyim? Yoksa buna izin yok mu, tıpkı seyahatinin nedenini, niçinini soramadığım gibi?
Sabırsızlık içindeyim, canım.
Paul’ün
Telefon numaram: DAN 78-41


Paul Celan’dan Ingeborg Bachmann’a, Paris, 20.8.1949

Sevgili Ingeborg,
Demek ancak iki ay sonra geleceksin, neden? Söylemiyorsun, ne kadar kalacağını da söylemiyorsun, burs alıp almayacağını da söylemiyorsun. Bu arada “mektuplaşmayı” öneriyorsun. Bu son yıl sana neden o kadar seyrek mektup yazdığımı biliyor musun Ingeborg? Nedeni sadece Paris’in beni korkunç bir suskunluğa itmiş olması ve bundan kurtulamamam değil; bir diğer neden, senin Viyana’daki o birkaç kısa hafta hakkında ne düşündüğünü bilememem. Senin ilk başta, hızla çiziktirdiğin satırlardan ne anlayabilirdim Ingeborg?
Belki de yanılıyorum, belki de birbirimizden tam da buluşmayı arzuladığımız noktada kaçıyoruz, belki suç her ikimizde. Bazen kendi kendime benim suskunluğumun belki de seninkinden daha anlaşılır olduğunu söylüyorum, çünkü üzerime yüklediği karanlık daha eski.
Biliyorsun: İnsan en önemli kararlarını hep tek başına almalıdır. Paris’i mi yoksa Amerika’yı seçmen gerektiğini bana sorduğun o mektubunu aldığımda buraya gelseydin ne kadar sevineceğimi sana söylemek isterdim. Bunu neden yapmadığımı anlayabiliyor musun, Ingeborg? Benim yaşadığım kentte yaşamanın senin için gerçekten biraz (yani, birazdan daha fazla) anlamı olsaydı bana akıl sormazdın diye düşündüm, tam tersine.
Uzun bir yıl geçti aradan, bu yıl içinde mutlaka karşına bir şeyler çıkmıştır. Kendi Mayısımızın ya da Haziranımızın bu yılın ne kadar gerisinde kaldığını bana söylemiyorsun…
Ne kadar yakınımda ya da uzağımdasın, Ingeborg? Bana söyle ki seni şimdi öperken gözlerini kapayıp kapamadığını bileyim.
                                                                                                                                             Paul


Devamını merak edenler için:
Kalp Zamanı
Ingeborg Bachmann Paul Celan Mektuplar
Çeviren İlknur Özdemir
Turkuvaz Kitap, 2009

1 yorum:

  1. Bunları okuyup şimdiki zamana dönünce insan, ne kadar uzak ve yitik hissediyor kendini.

    YanıtlaSil