11 Kasım 2012 Pazar

Zen Haytası

     Altı saat içinde makalenin son halini vermem gerekiyor. Beşinci fincan kahve de bitmek üzere. İlk ikisi yazı yazma törenine uygun hazırlandı. Porselen filtreyi kedi motifli kupanın üzerine yerleştirdim, iki kişilik kağıt filtreye iki buçuk kaşık kahve koydum. Kaynadıktan sonra yaklaşık dört dakika beklettiğim suyu, çaydanlığın uzun ince ağzından kahve tepeciğinin önce yanlarına, sonra orta kısmına, usulca döktüm. Hafifçe kabaran kahvenin suyu bardağa süzülürken, geriye hoş kokulu bir tortu kaldı. İkincide, enlemesine renkli çizgileri olan kupayı kullandım. İlerlemeyen satırlarda, çamur kıvamındaki hazır kahveleri kırmızı fincanla içtim. Kahvenin en çok tüketildiği ülkelerin başında neden İtalya ve Japonya'nın geldiğini, Amerikan kahvesinin de Amerikan kültürü gibi sulandırılmış olduğu düşüncelerini kovmak için çalan cd'yi değiştirmeye kalktığımda, balkon kapısında titreyen tülün ardında onu gördüm. Hiç buralı gibi değil. Merhaba diyorum, bir pati geri çekiliyor.
   Albümü değiştiriyorum, protest-rock şarkılar feryat figan odaya yayılıyor. Makale yazımının başına geçiyorum. Bitirebilirsem iddialı bir yazı olacak, iddiası çok kurcalanmamış bir konuda somut belgeler kullanıldığından. "Geç Meiji Dönemi'nde İstanbul'da Üç Japon Düşünür". Başlığa takılıyorum, muhakkak şöyle diyenler çıkacak -başta ben- : İstanbul'da üç Japon düşünürse, Ankara'da beş Çinli ne yapar?
   Dakikalar ilerlemiş, şarkılar bitmiş, Dream Theater uyumuş. Duvar dibindeki gölgeden mırıltılar duyuluyor.
   Avrupa'ya geçerken şöyle bir uğramışlar İstanbul'a. Güzelliğine hayran kalmışlar, sokaklarında yürümüşler, kimisi bir İslam ülkesinin baş şehrinde bir ağaç gölgesi tenhalığında kendine kanyak ikram edilmesine şaşırmakla yetinmeyip teklifi kabul etmiş; bazıları Paşalarla konuşmuş; halkla bire bir iletişim kurmaya çalışanlar olmuş. Japonya'da yüzyıllar boyu biriken Batı kaynaklı Türkiye bilgisine ilk elden gözlem ve deneyimler böyle katılmış; mektuplarda, seyahatnamelerde ve en sonunda masamın üzerindeki dosyalarda yer almış. Bu belgelerle yazılacak makale akademik kaygıların giderilmesine birebir; oysa ben Ikyu'yu anlatmak istiyorum.
   Salonun köşesine bıraktığım tastaki sütü içtikten sonra uzunca bir süre beni izledi, patileri kapıya dönük. Bakıştık bir süre. Usulca yaklaştı yanıma, bacaklarıma süründükten sonra, dizime çıktı. Başını yana eğip boynunu okşattı. Kendini ağırdan alma hallerinin yerini sevimli bir şapşallık kaplamıştı ki, kucağımdan atladı; balkon kapısından dışarı çıktı.
   Biwako Gölü'nün karanlık sularına kendini bırakmak üzereyken bir karga sesi duyar Zen Keşiş Ikkyu, bu onun Nirvana'ya erme anı olarak anlatılır. Sandalı karaya yöneltir ve yaşamının geri kalan kısmnda Başrahip olarak Budist çömezleri eğitir. Sıra dışı bir keşiştir: Budizm'in kutsal Sutralarının yazılı olduğu kağıtları, tuvalet ihtiyacını giderdikten sonra temizlik için kullanır. Bu hareketini taklit eden çömez keşişi, Budizm'e hakaret ettiği için huzurundan kovar.
   Gün doğalı birkaç saat geçmiş olmalı.
   Makale son halini aldığında içimde bir işi sonlandırmanın saadeti. Böylesi durumlarda sevdiğim kadının yüzü daha net çizilir zihnimde. Onun ve benim, ilişkimize yüklediğimiz anlam farklı. Ikkyu'nun karga ötüşüne, Sutraların yazılı olduğu kağıtlara verdiği anlam, çömezlerin verdiği anlamdan farklı. Kedinin en şapşal halini içtenlikle gösterdikten sonra dizimin dibinden ayrılmayacağından emin olduğum bir anda, çekip gitmeyi tercih etmesi ise, kedi bilgeliğinde farklı bir anlam taşıyor olmalı.
   Her insan, her an, her soluk sadece kendisiyken, zihinlerimize kazınmış imgelerden arınmak gerek. İşte o zaman anlamlı ve sahici yaşarız.
  
Ali Volkan ERDEMİR
Güncel Sanat, Sayı 11 (2011)
"Geç Meiji Dönemi'nde İstanbul'da Üç Japon Düşünür" başlıklı yazı, Toplumsal Tarih dergisinin 197. sayısında (2010 Mayıs, sf. 76-82) yer almıştır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder