14 Eylül 2014 Pazar

Berlin- 3





Yazmaya başladığım şu an saat sabaha karşı 2’yi 18 geçiyor, ama kısa da olsa bu yazıyı yazmak benim için önemli. Ertelersem yazmayacağımı biliyorum. Yazıp yayınlarsam ve sabah tekrar baktığımda utanmıyorsam memnun olacağımı da.


Geçen yıl bugünlerde, Berlin’den henüz dönmüştüm. Oradaki son iki, daha doğrusu bir buçuk günümde yapacağım çok şey kalmıştı. Etnografya Müzesi’nin gezemediğim bölümlerini tamamlamak, kütüphanede belirleyip de bakamadığım kitaplara bakmak, Meinhof’un mezarını ziyaret etmek, ufak tefek alışveriş ve ev temizliği. Hepsine vaktim yetmeyecekti, ben de önceliğimi belirledim. Etnografya Müzesi’ni feda ettim, kütüphanedeki işleri de kırpıp kısaltıp, Meinhof’un mezarına doğru yola çıktım. Elimde yalnızca, şu an nerden bulduğumu hatırlamadığım, “Dreifaltigkeitsfriedhof III Eisenacher Straße 61-62 12109 Berlin–Tempelhof” diye bir adres vardı. Paris mezarlıklarındaki gibi şemalar, planlar ve ayrıntılı tarifler bulacağımı sandığımdan, mezarın yerini önceden doğru dürüst araştırmamış, bu “ünlü” hanımı hemen bulabileceğimi düşünmüştüm. Yanılmışım. O vakit darlığında tam bir hüsran oldu. Yönetim ofisinde kimse yoktu, çalışanlar da Meinhof’u tanımıyorlardı. Epey bir vakit harcadıktan sonra eli boş döndüm eve. 

 


Akşam bilgisayarın başına oturup biraz bakınınca, mezarın yerini öğrenebildim ve çok ilginç başka bilgiler de edindim. Bunlara birazdan geleceğim.

 


Burada uzun uzun Meinhof’un kim olduğunu anlatmayacağım, buna hiç gerek yok. Meinhof’ta beni etkileyen en önemli şeyi ise özellikle söylemem gerekir: 1959’dan 1969’a kadar konkret dergisinde yazan Meinhof, yazarak elde edebileceklerinin tükenmiş olduğunu anlamasından sonra ve 36 gibi geç bir yaşında, 1970’te, iki çocuk annesi olduğu halde yeraltına geçmiş, kent gerilla örgütü Kızıl Ordu Fraksiyonu’nun kurucuları ve önderleri arasında yer almıştır. 

 


Meinhof’un 1972’de yakalanmasından 1976’da cezaevinde asılarak öldürülmesine kadar tecrit koşullarında yaşamış olduğunu, ölümünden sonra beyninin incelenme gerekçesiyle alıkonmuş olduğunu biliyordum. Tübingen Üniversitesi’nden bir profesör, bir nöropatolog, 1962 yılında geçirdiği beyin ameliyatı sonucu terörist olmuş olabileceği gibi bir tezle beyni almış, 1997 yılında bir meslektaşına devretmiş, ancak 2002’de beyin Meinhof’tan geriye kalanların yanına defnedilebilmiştir. Ben Meinhof’a yapılan eziyetlerin bununla sınırlı olduğunu sanıyordum. Oysa mezarın yerini araştırırken öğrendim ki mezar taşı ve mezar etrafındaki düzenleme de sürekli değiştirilmiş. Yukarıda sözünü ettiğim üzere, mezar yerlerini ziyaretçilere gösteren planlar bulunmadığı gibi, mezarlar gösterişli değil, düzenli aralıklara sahip değil, taşların çoğu dik değil ve yanına gitmeden görmek, okumak mümkün olmuyor; bu nedenle yanında bulunan ağaçlar ve peyzaj düzenlemesi kerteriz almak için önemli hale geliyor. En son 2007 yılında güncellenmiş bir web sayfasında -ki o da bulabildiğim en yeni bilgiyi içeriyordu- gösterilen düzenleme, benim en sonunda görebildiğimden de oldukça farklıydı. Sayfanın sahibi, mezarın yerini bir planda işaretleyen Jürgen Patalong 2001 ve 2004 yılları arasında burayı birkaç kez ziyaret etmiş ve mezar taşının yönünün, yanındaki bitkilerin değiştirildiğini izlemiş. Ziyaret edecek olanlara önemli bir uyarıda da bulunuyor, mezarın Eisenacher Strasse 61’de bulunduğunu, benim ilk gidişte dolaşmış olduğum gibi 62 numarayla karıştırılmaması gerektiğini yazıyor. Gerçi 61’de de dolaşmış olsam bulamazdım. Çünkü bulunması, ziyaret edilmesi istenmeyen bir mezardı Meinhof'unki.


İkinci gidişimde, önceki gece öğrenmiş olduklarımdan dolayı, heyecanlıydım. Mezar taşında, sonradan kazınarak silinmiş olan ama izleri belli belirsiz de olsa görülebilen “Freiheit ist nur im Kampf um Befreiung möglich/ Özgürlük ancak kurtuluş yolunda mücadeleyle mümkün olur” yazısını okuyacak, alacağım çiçeği bırakacaktım. 

 


Gittim, mezarın yerini yine bulamadım. Aşağı yukarı olması gereken yerde dolaşıyordum ama bir türlü bulamıyordum, vazgeçip dönmek de istemiyordum. Bir saat kadar aradıktan sonra son bir tur daha atıp ayrılmaya karar verdim ve sonunda buldum: bitkileri tamamen değiştirmişler, en son resminde yanı başında bulunan küçük ağacı kaldırmışlardı. Mezar taşı da yeniydi, artık kazınmış bir yazı yoktu üzerinde. 

 


Levent Konca’nın, muhteşem çevirisiyle ve yazılara eklediği tarihsel bilgi ve değerlendirmelerle çok önemli bir kitaba dönüşen, Meinhof’un yazılarının derlendiği Protestodan Direnişe kitabındaki sunuşta yazdığı gibi (2012: 15), Alman Devleti Meinhof’tan o kadar korkmuştu ki, öldürmekle yetinmemiş, beynini çalarak 26 yıl boyunca “incelemişti”. Bununla da hâlâ yetinmiyor, benim de bizzat tanık olduğum gibi, mezarıyla uğraşmaya devam ediyordu. 

 


İnsan emeğini severmiş; ben de başta hiç düşünemeyeceğim kadar değerli hale gelen, Meinhof'un mezar taşına sevgiyle baktım. Üzerindeki çürümüş gül yapraklarını, yazıları yağmurdan silinmiş küçük not kâğıtlarını kenara sıyırdım. Islak izleri taşın üzerinde duruyorken hâlâ, kırmızı çiçeğimi yerleştirdim ve bu fotoğrafı çektim. Bunları yaparken duygulandım biraz, oysa aslında ben de Meinhof gibi "üzgün olmaktansa öfkeli olmayı tercih ederim".







2 yorum:

  1. Merhaba,
    Eylül'den beri neden yazmıyorsunuz?
    Merakla yeni yazılarınızı bekliyoruz:)

    YanıtlaSil
  2. Merhaba, teşekkür ederim; buraya daha kapsamlı olan yazılarımı koymaya karar vermiştim ama yazmak için de fırsat bulamıyorum... Daha kısa ve gündelik yazılarım için bakınız:

    http://kisagununkarlari.blogspot.com.tr/

    YanıtlaSil